Yasal Uyari

Aksi belirtilmedikce bu sitede yayinlanan tum yazilarin ve fotograflarin telif hakki yazarina aittir. Izinsiz yapilan tum alintilar icin hukuki yollarin acik oldugu hatirlatilir.
-----------------------------------------

Tanitim

Bu blog, cok yazarli olup Montessori Egitimi mail grubu uyelerinin yazilarindan olusmaktadir ve Montessori Egitimi ile ilgili yazilar icermektedir. Yazarin ismi (ya da takma ismi) yazinin genelde basinda ya da sonunda yer almaktadir.

Buyuyorum Egleniyorum Ogreniyorum aktiviteleri her iki haftada bir konu degistiren ve uyelerimizin cocuklar ile yaptigi calismalari icermektedir.

Buyrun, hosgeldiniz...


19 Mayıs 2009 Salı

BEO - Geri Dönüşüm

Evdeki artık ve eskileri kullanarak oyuncak ve eşya yapmak.

http://www.pratikanne.com/2009/05/beo-geri-donusum.html

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Annelik Sanatı - RİTM

Çocuğun ellerini kullanma ihtiyacında olduğunu anlamayan ve bunu çalışma güdüsünün ilk belirtisi olarak karşılamaya yanaşmayan bir yetişkin, onun gelişmesini engelleyebilir.Bu her zaman yetişkinin savunucu bir davranış takınmasından ileri gelmez.Daha başka nedenler de olabilir. Söz gelimi , yetişkin eylemlerinin sonucuna gözünü dikmiştir, kullandığı araçları da kendi zihinsel tutumuna göre seçer.Asgari çaba diye bir çeşit doğa yasası vardır onun gözünde, en kısa zamanda amacına ulaşmasına yarıyacak en kestirme araçları seçmeye bakar. Çocuğun görünüşte boş yere bir takım eylemlere giriştiklerini görünce, büyükler hemen üzülür ve ona yardıma koşar.

Çocuğun en olmadık, en hurda şeylere karşı gösterdiği çoşkunluk yetişkini yadırgatır. Çocuk, diyelim masa örtüsünün çarpık olduğunu görünce , nasıl örtülmüş olması gerektiğini hatırlayarak , olanca coşkunluğuyla onu beceriksiz hareketlerle ama ısrarla düzeltmeye kalkar. Gelişiminin işte bu dönemini geçiştirmekte olan bir çocuk için bu anlı şanlı bir eylemdir ve bunu ancak yetişkinler karışmaz, engel olmaya kalkışmazsa başarabilir.

Çocuk saçını taramak mı istiyor, yetişkin bu soylu isteğin karşısında sevinecek yerde sinirleri bozulur.Çocuğun saçını gereğince ve tez elden tarayamayacağını, bu işin üstesinden gelemeyeceğini, oysa bu işi kendinin hemencecik ve gerektiği gibi bitirebileceğini bilir ya! İşte o zaman bu yapıcı ve zevkli işle uğraşan yavru, bir de bakar ki, o ne yaparsa , başa çıkamaycağı kocaman varlık başında bitmiş, saçını ben tarayayım deyip kapıveriyor.Yetişkini sinirlendiren şey , çocuğun sade yapamayacağı bir işle yok yere uğraşması değildir, asıl kendisinden farklı bir çalışma ritmini, eylem tarzını da kabul edememektedir.

Ritm, dilediğiniz anda değiştirebileceğiniz rastgele bir kavram değil. Ritm, kişinin vücut biçimi gibi temel bir özelliktir. Bizler, hareket ritmi kendimizinkine uygun kimselerle düşüp kalkmaktan hoşlanırız; meşrebimize , ritmimize uymayan işlere koşulmaktan da hiç hoşlanmayız.

Söz gelimi, yarı felçli biriyle birlikte dolaşmak bizi bunaltır; o titreyen elleriyle kahve fincanını ağzına götürürken , içimiz daralır.Kendi hareket özgürlüğümüzle bu tutukluk arasındaki çelişki gözümüze batar. Ne yaparız o zaman? O na yardım bahanesiyle, fincanı elinden alıp, ben içireyim sana! diye abanırız üstüne. Aslında dileğimiz yardım değil, bu kendimizinkine uymayan yabancı hareket ritmine son vermektir.

Yetişkin de çocuğa aşağı yukarı böyle davranır. Bilinçsizce kalkar, çocuğun o doğal , ama ağır ve hesaplı hareketlerini engeller, böylece sinek kovarmış gibi o tedirginlik konusunu ortadan kaldırıverir.Buna karşılık çabuk ve hızlı bir ritmle girişmesi şartıyla çocuk, kendi kafamıza göre bir yol yordam tutturmuş olduğu için , ona karşı sabrımızı kullanırız. Ama çocuk ağır ağır, kendi ritmince harekete koyuldu mu, dayanamayız, burnumuzu sokarız hemen; çocuğun tarzı yerine kendi hareket tarzımızı dayatırız. Lakin böyle davranmakla , çocuğa yardım etmek bir yana, onun ihtiyaçlarını ayaklar altına aldığımızı aklımıza bile getirmeyiz. Çocuğun serbestçe hareketlerini önler, doğal gelişimini köstekleriz. Büyükler üzerine, seni yıkayacağız, seni giydireceğiz, diye geldikçe, sözde huysuz bebeğin feryadı basması, büyüme çabası süresince karşılaştığı bütün bu engellere isyandır aslında. Ama , hangimizin aklına gelir ki, yaptığımız o yersiz yardımlarla çocuğun yaşamını zehir etmekteyiz, bunlar ömür boyu acısını çekeceği çeşitli baskıların başlangıcıdır.

Maria Montessori


9 Mayıs 2009 Cumartesi

BEÖ / Zıt Kavramlar


Özgür & Ceren(1 hafta sonra 19 aylık)

Bu haftaki B.E.Ö. konumuzla ilgili olarak annem bana zıt kavramların kartlarını hazırladı. Önce kartlardaki kavramları öğrendim, sonra da gerçek uygulamasını yaptık:)

sıcak-soğuk
ağlayan bebek-gülen bebek
yukarda-aşağıda
kirli çocuk-temiz çocuk
açık kitap-kapalı kitap

1) Annem önce bana kartların açıklamalarını yaptı,
2)sonra bana "hangisi kirli bebek?", "hangisi kapalı kitap?" diye gösterip ona vermemi istedi.
3)Sonra da bir kartı seçip bu ne? diye sordu benim cevap vermemi istedi.

Kartlarla oyunumuz bitince hepsini canlı canlı uyguladık;
sıcak su-soğuk su kaselerine elimi soktum,
ağlayan ve gülen bebeklerin taklidini yaptım,
oyuncaklarımı yukarı ve aşağı koyduk,
yemek yerken kirli çocuk oldum, sonra temiz çocuk oldum:)
kitaplarımı açıp açıp kapattım...
Daha önceden öğrendiğim büyük-küçük kavramları da vardı.

Birkaç gün öncesine kadar iki kelimeyi yanyana söyleyemiyordum, genellikle birleştirip yuvarlayıp söylüyordum (Ayşe Teyzeme=Ayşeme gibi:) ama artık söyleyebiliyorum;

-kirli çocuk
-büyük kamyon, küçük aaba
-sucu abi
-gel gel çabuk çabuk

Annem bu konuda bu oyunun da olumlu etkisi olduğunu düşünüyor...

5 Mayıs 2009 Salı

ÇEVRE SEVGİSİ - ( ÖZDENETİM )

Çocuğun telkinlere açık oluşuna , ruhsal gelişimine yardımcı olan ve "çevre sevgisi" diye adlandırabileceğimiz iç duyarlılığın abartılmış hali olarak bakmak gerekir.çocuk hızlı bir gözlemcidir , özellikle yetişkinlerin eylemlerine ilgi duyar.onları taklit etmek ister.bu açıdan yetişkinin sorumluluğu büyüktür.çocugun ilerdeki hareketleri için bir esin kaynağı ve bir kılavuz olmanın sorumluluğunu duymalıdır.ama çocuğun önünde ve bu sorumluluk duygusu içinde hareket ederken kendisini seyreden yavrunun hareketlerini bütün ayrıntılarıyla görebilmesi için de ağır ve sakin davranmalıdır.
Yetişkin böyle yapmayıp,kendi doğal eğilimlerine uyacak olursa , çocuğu eğitecek , ona kılavuzluk edecek yerde , yavrunun ruhunu kendi hızlı hareket ritmine zorlar ,böylece telkin yoluyla kendini çocuğun yerine koymuş , onu ikame etmiş olur.
Duygu nesneleri , gereçleri bile , tabii çekici ve renkli olanları,çocuğun üzerinde etkiler yaratarak tıpkı bir mıknatıs gibi çeşitli hareketleri çocuğa telkin ederler.Prof Levine'nin filme de alınmış olan deneyi , bu bakımdan ilginçtir.Deneyin konusu , sakat ve normal çocukların aynı nesnelere karşı gösterdikleri değişik tepkilerin ayırdedilmesi.Yaşları ve kökenleri hemen hemen bir olan iki grup çocuk alınmış.geniş bir masa üzerine , içlerinde bizim çocuklar için hazırladığımız gereçlerden bazıları da dahil olmak üzere , bir sürü nesne koymuş.filmde bir grup çocugun odaya girişi gösteriliyor.hepsinin gözleri parlıyor ,önlerinde serili duran çeşitli nesnelere ilgiyle bakıyorlar.cıvıl cıvıllar;yüzlerinin güleçliğinden , bunca çekici nesneyi bir arada görmenin mutluluğu okunuyor.Her biri eline bir şey geçirip çalışmaya başlıyor.derken ,onu bırakıp başka bir şey alıyorlar ellerine,böylece o gereçten bu gerece sekip duruyorlar.filmin bu bölümü bitince ikinci grup içeri giriyor ; ağır hareket ediyorlar duraklıyorlar etrafına bakınıyorlar.gereçleri ellerine aldıkları pek yok,masanın cevresinde toplasıyorlar , hareketsiz duruyorlar.filmin ikinci bolumu de böyle sona eriyor.
bu iki gruptan hangisi normal , hangisi sakat çocuklar acaba?sakat çocuklar oradan oraya koşuşan ,gereçlerin birini alıp birini bırakan,herşeye el atan ve mutlu görünen canlı çocuklar.seyirciler bunların daha zeki oldukları düşüncesine kapılıyorlar.çünkü yetişkinler bir oyuncaktan ötekine , bir ilgi konusundan ötekine atlayan ,değişken ve bir bakıma maymun iştahlı çocukları zeki olarak kabul etmişlerdir.oysa aslında normal çocuklar gayet sakin ve telaşsız hareket ediyorlar.filmde de uzun bir süre kımıldamıyor,gözlerine kestirdikleri gereci ölçüp biçiyorlar.bundan da anlaşılıyor ki SAKİN VE ÖLÇÜLÜ HAREKET , TUTARLI , DÜŞÜNCELİ DAVRANIŞ NORMAL ÇOCUKTA GÖRÜLEN BİR ÖZELLİKTİR.
Prof Levine'nin deneyi öteden beri benimsenmiş görüşlere aykırı düşüyor.çünkü , alelade bir çevre içinde zeki çocuklarda filmde gördüğümüz sakat çocuklar gibi davranıyorlar.okullarımızdaki normal çocukların tavırları bambaşkadır.ağırdır,ölçülüdür,hareketleri benlikleri tarafından denetlenir,aklı tarafından yönetilir.böyle bir çocuk gördüğü nesnelere elbette kayıtsız kalmamıştır; ama bu izlenimlerini izginler , sonuçta da onlardan gereği gibi yararlanmasını bilir.ÖZLENEN ŞEY AMAÇSIZ KOŞUŞMA DEĞİL,ÖZDENETİMDİR.ÇOCUĞUN MOTOR YANİ DENETİM ORGANLARINA SAHİP OLUP SARSAK DAVRANMAMASI SON DERECE ÖNEMLİDİR.
(ANNELİK SANATI SYF 135-136)

2 Mayıs 2009 Cumartesi

ZEKANIN AŞKI

Aşk sebep değil sonuçtur. Işığını güneşten alan bir gezegen gibi. Yaşamın yaratıcı gücü olan içgüdüdür, yürütücü güçtür. Çocuk bilinci bu aşkla dolu olarak doğar. Bu sayede özgerçekleşimi gerçekleşir.
Duyarlılık dönemlerinde çocuğu çevresindeki nesnelere yönelten dayanılmaz dürtü, aslında çocuğun çevresine duyduğu aşktır. Bu sadece duygusal bir tepki değil, çocuğun görmesine işitmesine böylece gelişmesine elveren zihinsel bir arzu ya da aşktır. Çocukların duyduğu bu doğal arzu Dante’nin “Zekanın Aşkı” diye tanımladığı şeydir.
Çocuğun keskin bir dikkat ve coşkunlukla, yetişkinlere önemsiz gibi görünen çevre özelliklerini gözlemlemesine elveren şey işte bu aşktır. Zaten bizi başkalarının gözüne görünmeyen şeylere karşı duyarlı yapan şey aşk değil de nedir! Başkalarının değerini bilmedikleri ayrıntıları bize ifşa eden aşk değil midir? Çocuk çevresine aşık olduğu için yetişkinlerin gözüne görünmeyen şeyleri görür.
Çocuğun çevresine olan aşkını biz yetişkinler, onun gençliğine, toyluğuna, coşkunluğuna yorarız. Bunun yaratma çabasından doğan bir ruhsal enerji ve bir ahlaksal güzellik olduğunu gözden kaçırırız.
Çocuğun aşkı, doğuştan sade bir aşktır. Ona büyümesini sağlayacak izlenimleri edinme özleminden doğmaktadır bu aşk.
Çocuğun aşkının en baş hedeflerinden biri yetişkinlerdir. Muhtaç olduğu maddi yardımı onlardan görür, öz gelişimi için muhtaç olduğu şeyleri onlardan ister. Çocuk için yetişkin saygıdeğer bir varlıktır. Konuşabilmek için öğrenmesi gereken sözcükleri onun ağzından duyar. Kısacası her şey için onun ağzına, eline bakar.
Çocuk, ilişkide bulunduğu yetişkinleri taklit ederek kendi yaşamını sürdürmeye başlar. Büyüklerin sözleri ve hareketleri çocuk için öyle büyüleyicidir ki, onun karşısında adeta hipnotize olur. Yetişkine öylesine duyarlıdır ki, bir noktadan sonra yetişkin onun benliğinde yaşamaya ve hareket etmeye başlar. Çocuklar öğrenmeye o kadar yatkın, aşka öyle susamışlardır ki, yetişkinler çocukların yanında söyleyecekleri sözleri tartmak zorundadırlar.
Çocuk, yetişkine seve seve itaat eder. Ama yetişkin, kendisinden gelişimine önayak olacak içgüdüleri terk etmesini istediği zaman başkaldırmaması elinde değildir. Çocuğun huysuzlukları ve başkaldırmaları; yaratıcı dürtüleriyle, ihtiyaçlarını anlamazlıktan gelen yetişkine karşı duyduğu aşk arasındaki ölüm kalım savaşının görüntüsünden başka bir şey değildir.Çocuk itaatsizlik ettiğinde, huysuzluk ettiğinde, yetişkin bu çatışmayı aklına getirmeli ve çocuğun bu gibi davranışlarını, gelişimi için gerekli eylemleri yerine getirmek için çaresizce başvurduğu bir savunma olarak kabul edebilmelidir.
Hiç aklımızdan çıkarmayalım: çocuk bizi sevmektedir. Bize itaat etmek istemektedir. Çocuk, yetişkini her şeyden fazla sever.Yine de bunun tam tersinin dile getirildiğini hemen hergün duyarız. Çocuğunu ne kadar çok seviyor! Falanca öğretmen öğrencilerine adeta aşık! Gibi sözler yetişkinlerin ağzından düşmez. Ve sürekli çocuklara ana babalarını, öğretmenlerini, bütün insanları, hatta bitkilerle hayvanları sevmeyi öğrenmekten söz edilir.
Bu sevgiyi onlara kim öğretecektir? Hem bir başkasına sevmeyi öğretmek kimin harcıdır ki?Çocuğun bütün haklı başkaldırmalarını huysuzluk diye karşılayan, kendini ve mallarını çocuktan korumak için en olmadık tedbirlere başvuran yetişkin mi yapacak bu işi? Yoksa çocuğun en ufak bir hatasını bile hoşgörü ile karşılamayan öğretmen mi bu işin üstesinden gelecek? Dediğimiz gibi bu iş, onların değil, zekanın aşkı diye tanımladığımız duyarlılığa sahip olan kimselerin harcıdır.
Asıl sevmesini bilen, yetişkinin he zaman yanında olmasını isteyen, dikkatini hep üstüne çekmeye çalışan, yani, sevgi canlısı çocuktur.
Akşamları yatmaya giderken sevdiği büyüğü yanına çağırır, gözünün önünden ayrılsın istemez. Biz yemek yerken yanımızda oturup bizi seyretmek için türlü hokkabazlıklar eder. Yetişkinler çocuğun bu derin sevgisini anlamaz, kadrini bilmezler. Ama unutmayın ki, şimdi yatmaya giderken, sen de gel diye tutturan çocuğun yerini kim tutacak? Demek istiyorum ki, şimdi başımızdan savmak için bunca savaştığımız, sevgisine karşı duvarlar çektiğimiz, işim var, ben sonra gelirim diye atlattığımız yavruları, yarın acı acı arayacağız. Neymiş, her sözüne pek iyi dersek çocuğun kölesi olurmuşuz! Kölesi olmayınca da tabii bildiğimiz gibi sağa sola gidebilir, istediğimiz gibi gezip tozarmışız.
Sabahları çocuk, anasını babasını uyandırmaya gelmeye görsün, kıyamet kopar. Ama çocuğu uyanır uyanmaz yanına koşturan sevgiden başka nerdir ki? Çocuk yatağından kalkar kalkmaz bir koşu onların yanına varıyorsa, bilsinler ki onlara, “sabah oldu ışığa bakın, doğru dürüst yaşamayı öğrenin!”demek içindir bu adeta. Oysa ana baba, çocuğun başlarında bittiğini görüp, mahmur mahmur onu terslediklerinde, çocuk, “ben sizi değil, uyuşuk ruhunuzu uyandırmaya geldim!” dese ne cevap verirler?
Şunu bilmeliyiz ki çocuğun sevgisi, yabana atılır bir şey değildir. Analar babalar uykudadırlar, onları uyandıracak ve artık yitirdikleri taze bir enerji ile onları yeniden canlandıracak yeni bir varlığa muhtaçtırlar. İşte o varlık, sabahları yanlarına koşarak, “Uyanın ey gafiller, uyanın, daha bir insan gibi yaşamaya bakın!” diye adeta doğanın sözcülüğünü yapmaktadır. Çocukların yardımı da olmasa, büyükler bu düzen içinde büsbütün yozlaşırlar. Büyükler kendilerini yenilemeyi unutmuş, yüreği sert bir kabuk bağlamış, vurdum duymazlaşmıştır. Onu uyaracak, uyandıracak yeni bir ses, yeni bir esinti, yeni bir haberci, yeni bir muştu lazım.

ANNELİK SANATI, Maria Montessori
I. BÖLÜM, s. 153-156

1 Mayıs 2009 Cuma

23 Nisan - Oyuncak arkadasim

Esra (Archi*sugar) ve kizi Defne (3,5 yas)
..................................................................
Montessori Egitimi email grubumuzda 23 Nisan sebebiyle bir oyuncak hediyelesmesi yaptik. Biz, sevgili Aysegul'un ikizlerinden biri olan tatli Zeynep'e hediye gonderirken, Defnecigime de sevgili Emel ve kizi Zeynep Asya hediye gondolier.

Defne'nin uyudugu saatlerde aksamlari hazirladigim 23 Nisan Lapbook'u ve Defnecigimin sectigi iki Tubitak kitabi, bizim Ankara'ya Zeynep'e gonderdigimiz hediyeler oldu.

22 Nisan gunu kapimiz calinip da kargoyu gorunce ben de cocuklar gibi sendim. Hediyeleri hem gondermek hem almak nasil da guzel bir duygu veriyormus insana. Hele cocuklar soz konusu olunca. Her iki minnosu da henuz yuz yuze gormemis olsak da onlardan bir parcayi, bir gunu, bir gulucugu paylasmis olmak muhtesem bir duygu.

Paketimizi 23 Nisan gunu diger hediyelerle birlikte actik. Defnem ozenle hazirlanmis paketten cikanlara bayildi. Paketimizden bir doktor takimi, sevgiyle ve ozenle hazirlanmis bir lapbook ve bir de kucuk bakir kova cikti. Doktorculuk oynamaya zaten bayiliyor Defnecik. Ozellikle gercekten doktor olan teyzesiyle doktorculuk oynamak ona ayri bir zevk veriyor. Lapbookumuzu tek tek inceledik ve hala incelemeye devam ediyoruz.

Hem hediyelerimizi gonderidigimiz Zeynep'e hem de hediye aldigimiz Zeynep Deniz'e bu guzel ve anlamli gunu bizlerle paylastiklari icin tesekkur ediyoruz.

Iste postadan bize Ankara'dan sevgi tasiyan, Defne'ye gelen hediyeler. Bizim gonderdigimiz lapbookun fotolarini ayrica paylasacagim.

Archi*Sugar