Yasal Uyari

Aksi belirtilmedikce bu sitede yayinlanan tum yazilarin ve fotograflarin telif hakki yazarina aittir. Izinsiz yapilan tum alintilar icin hukuki yollarin acik oldugu hatirlatilir.
-----------------------------------------

Tanitim

Bu blog, cok yazarli olup Montessori Egitimi mail grubu uyelerinin yazilarindan olusmaktadir ve Montessori Egitimi ile ilgili yazilar icermektedir. Yazarin ismi (ya da takma ismi) yazinin genelde basinda ya da sonunda yer almaktadir.

Buyuyorum Egleniyorum Ogreniyorum aktiviteleri her iki haftada bir konu degistiren ve uyelerimizin cocuklar ile yaptigi calismalari icermektedir.

Buyrun, hosgeldiniz...


2 Mayıs 2009 Cumartesi

ZEKANIN AŞKI

Aşk sebep değil sonuçtur. Işığını güneşten alan bir gezegen gibi. Yaşamın yaratıcı gücü olan içgüdüdür, yürütücü güçtür. Çocuk bilinci bu aşkla dolu olarak doğar. Bu sayede özgerçekleşimi gerçekleşir.
Duyarlılık dönemlerinde çocuğu çevresindeki nesnelere yönelten dayanılmaz dürtü, aslında çocuğun çevresine duyduğu aşktır. Bu sadece duygusal bir tepki değil, çocuğun görmesine işitmesine böylece gelişmesine elveren zihinsel bir arzu ya da aşktır. Çocukların duyduğu bu doğal arzu Dante’nin “Zekanın Aşkı” diye tanımladığı şeydir.
Çocuğun keskin bir dikkat ve coşkunlukla, yetişkinlere önemsiz gibi görünen çevre özelliklerini gözlemlemesine elveren şey işte bu aşktır. Zaten bizi başkalarının gözüne görünmeyen şeylere karşı duyarlı yapan şey aşk değil de nedir! Başkalarının değerini bilmedikleri ayrıntıları bize ifşa eden aşk değil midir? Çocuk çevresine aşık olduğu için yetişkinlerin gözüne görünmeyen şeyleri görür.
Çocuğun çevresine olan aşkını biz yetişkinler, onun gençliğine, toyluğuna, coşkunluğuna yorarız. Bunun yaratma çabasından doğan bir ruhsal enerji ve bir ahlaksal güzellik olduğunu gözden kaçırırız.
Çocuğun aşkı, doğuştan sade bir aşktır. Ona büyümesini sağlayacak izlenimleri edinme özleminden doğmaktadır bu aşk.
Çocuğun aşkının en baş hedeflerinden biri yetişkinlerdir. Muhtaç olduğu maddi yardımı onlardan görür, öz gelişimi için muhtaç olduğu şeyleri onlardan ister. Çocuk için yetişkin saygıdeğer bir varlıktır. Konuşabilmek için öğrenmesi gereken sözcükleri onun ağzından duyar. Kısacası her şey için onun ağzına, eline bakar.
Çocuk, ilişkide bulunduğu yetişkinleri taklit ederek kendi yaşamını sürdürmeye başlar. Büyüklerin sözleri ve hareketleri çocuk için öyle büyüleyicidir ki, onun karşısında adeta hipnotize olur. Yetişkine öylesine duyarlıdır ki, bir noktadan sonra yetişkin onun benliğinde yaşamaya ve hareket etmeye başlar. Çocuklar öğrenmeye o kadar yatkın, aşka öyle susamışlardır ki, yetişkinler çocukların yanında söyleyecekleri sözleri tartmak zorundadırlar.
Çocuk, yetişkine seve seve itaat eder. Ama yetişkin, kendisinden gelişimine önayak olacak içgüdüleri terk etmesini istediği zaman başkaldırmaması elinde değildir. Çocuğun huysuzlukları ve başkaldırmaları; yaratıcı dürtüleriyle, ihtiyaçlarını anlamazlıktan gelen yetişkine karşı duyduğu aşk arasındaki ölüm kalım savaşının görüntüsünden başka bir şey değildir.Çocuk itaatsizlik ettiğinde, huysuzluk ettiğinde, yetişkin bu çatışmayı aklına getirmeli ve çocuğun bu gibi davranışlarını, gelişimi için gerekli eylemleri yerine getirmek için çaresizce başvurduğu bir savunma olarak kabul edebilmelidir.
Hiç aklımızdan çıkarmayalım: çocuk bizi sevmektedir. Bize itaat etmek istemektedir. Çocuk, yetişkini her şeyden fazla sever.Yine de bunun tam tersinin dile getirildiğini hemen hergün duyarız. Çocuğunu ne kadar çok seviyor! Falanca öğretmen öğrencilerine adeta aşık! Gibi sözler yetişkinlerin ağzından düşmez. Ve sürekli çocuklara ana babalarını, öğretmenlerini, bütün insanları, hatta bitkilerle hayvanları sevmeyi öğrenmekten söz edilir.
Bu sevgiyi onlara kim öğretecektir? Hem bir başkasına sevmeyi öğretmek kimin harcıdır ki?Çocuğun bütün haklı başkaldırmalarını huysuzluk diye karşılayan, kendini ve mallarını çocuktan korumak için en olmadık tedbirlere başvuran yetişkin mi yapacak bu işi? Yoksa çocuğun en ufak bir hatasını bile hoşgörü ile karşılamayan öğretmen mi bu işin üstesinden gelecek? Dediğimiz gibi bu iş, onların değil, zekanın aşkı diye tanımladığımız duyarlılığa sahip olan kimselerin harcıdır.
Asıl sevmesini bilen, yetişkinin he zaman yanında olmasını isteyen, dikkatini hep üstüne çekmeye çalışan, yani, sevgi canlısı çocuktur.
Akşamları yatmaya giderken sevdiği büyüğü yanına çağırır, gözünün önünden ayrılsın istemez. Biz yemek yerken yanımızda oturup bizi seyretmek için türlü hokkabazlıklar eder. Yetişkinler çocuğun bu derin sevgisini anlamaz, kadrini bilmezler. Ama unutmayın ki, şimdi yatmaya giderken, sen de gel diye tutturan çocuğun yerini kim tutacak? Demek istiyorum ki, şimdi başımızdan savmak için bunca savaştığımız, sevgisine karşı duvarlar çektiğimiz, işim var, ben sonra gelirim diye atlattığımız yavruları, yarın acı acı arayacağız. Neymiş, her sözüne pek iyi dersek çocuğun kölesi olurmuşuz! Kölesi olmayınca da tabii bildiğimiz gibi sağa sola gidebilir, istediğimiz gibi gezip tozarmışız.
Sabahları çocuk, anasını babasını uyandırmaya gelmeye görsün, kıyamet kopar. Ama çocuğu uyanır uyanmaz yanına koşturan sevgiden başka nerdir ki? Çocuk yatağından kalkar kalkmaz bir koşu onların yanına varıyorsa, bilsinler ki onlara, “sabah oldu ışığa bakın, doğru dürüst yaşamayı öğrenin!”demek içindir bu adeta. Oysa ana baba, çocuğun başlarında bittiğini görüp, mahmur mahmur onu terslediklerinde, çocuk, “ben sizi değil, uyuşuk ruhunuzu uyandırmaya geldim!” dese ne cevap verirler?
Şunu bilmeliyiz ki çocuğun sevgisi, yabana atılır bir şey değildir. Analar babalar uykudadırlar, onları uyandıracak ve artık yitirdikleri taze bir enerji ile onları yeniden canlandıracak yeni bir varlığa muhtaçtırlar. İşte o varlık, sabahları yanlarına koşarak, “Uyanın ey gafiller, uyanın, daha bir insan gibi yaşamaya bakın!” diye adeta doğanın sözcülüğünü yapmaktadır. Çocukların yardımı da olmasa, büyükler bu düzen içinde büsbütün yozlaşırlar. Büyükler kendilerini yenilemeyi unutmuş, yüreği sert bir kabuk bağlamış, vurdum duymazlaşmıştır. Onu uyaracak, uyandıracak yeni bir ses, yeni bir esinti, yeni bir haberci, yeni bir muştu lazım.

ANNELİK SANATI, Maria Montessori
I. BÖLÜM, s. 153-156

3 yorum:

cüneyt uzunlar dedi ki...

acaba çeviri kime aittir?

emel dedi ki...

çok güzel,ilham veren,yumuşatan düşünceler...maria maria!

gülnur dedi ki...

Semiramis ellerine sağlık. M.Montessori ne çarpıcı anlatmış.
İnsanın düşünmesini ve farklı açılardan bakmasını sağlıyor. Biz yetişkinler ne çok şey bildiğimizi sanıp hiçbir şey bilmiyoruz.

Geceleri Defne uykuya dalana kadar yanında yatıyorum , hafta sonları da sabahları yatağından kalkıp bizi uyandırmaya geliyor günaydın ve gülümsemeyle karşılıyoruz Onu. Biraz birlikte yatıp keyif yaptıktan sonra kalkıyoruz.
Ama neyazıkki her zaman istediğim gibi ilgilenemiyorum Defne ile. Kişilik özelliklerim ,yetiştiriliş tarzım, yaşadığım yer, iş ortamım , sosyal ortamdan yoksunluk ,evden işe - işden eve sendromu ,sorular - sorunlar ,stres .......... elimden geldiğince Defne ' yi anlamaya çalışıyorum.